Friday, December 26, 2014

von Reşat

"Uykuların en sorumsuzu, ne olacağı hiç belli değildi. Doğada herhangi bir canlının düzenli olarak asla koşamayacağı bir hızla; taş, toprak, zift, karanlık üzerinde; dünya gibi sürekli dönen tekerlekleriyle kocaman bir kibrit kutusunun içerisindeki işkence koltuklarına bağlanmış deliler gibi alınan bir uykudan uyanabileceğimiz ne kadar akla yakın. Zaten böyle bir serüvene kalkışmamız başlı başına sorumsuzluk. İşte tam da bu yüzden, otobüs uykusu kadar derin ve huzurlu uykular bilmiyordum ben."

Wednesday, October 15, 2014

The School Of Life Notlarım

Pazartesi akşamı The School Of Life'ın açılış gecesinde Alain De Botton'u dinleme şansım oldu. Kendisini zaten TED konuşmalarından bilir ve severdim. Daha da sevdim ^x^ Fazlasıyla realist ama ironik anlatımıyla idolüm diyebilirim.
İşte karşınızda abuk subuk cümlelerimle, yarı ingilizce yarı türkçe tuttuğum ve karanlıkta satır satır üstüne yazdığım, TSOL notlarım! :)

key word: “saving time”

Amacımız saving time, bir neslin öğrendiği şeyleri diğer neslin de sıfırdan başlayıp öğrenmesi ne
kadar gerekli? Herkes kendi için biyolojiyi, coğrafyayı sıfırdan öğreniyor ama ilişki kurmak ya da çocuk yetiştirmek gibi bilgiler ne okulda öğretiliyor ne de nesilden nesile aktarılıyor. School of Life bize okulda öğretilmeyen şeyleri öğretiyor.

http://www.youtube.com/watch?v=q28W7N6Th58

Antik Yunan’da filozoflar eğitim alacakları bir okul bulamazlardı. Uzun uğraşlar sonucu buldukları okullarda, bizim günümüzdeki okullarımızdan çok farklı şeyler üzerine tartışırlardı. Örneğin; hayatın
anlamı ve daha iyi bir hayat yaşamak için neler yapabileceğimiz. Bu soruların yanıtını o günlerde çoğunlukla din verirdi.

Türkiye’de dinin fazlasıyla gündemde ve canlı bir konu olduğunun farkındayım.

19.y.y. İngiltere’sinde ilk kez, inanmayan insanların sayısı inanan insanların sayısını geçmişti. Bu durum şöyle bir korku doğurmuştu: “İnsanlar din olmadan nasıl yaşayacaklar?” Çünkü günlük hayattan, özel anlarımıza değin, hayata dair her sorunun cevabını din veriyordu. Din olamadan neyin doğru olduğunu ya da nasıl davranmamız gerektiğini nereden bilecektik? Bu soru üzerine şöyle bir düşünce gelişti: İstediğin her şeyin cevabını kültürde bulabilirsin. Büyük sanat dalları sana tüm cevapları verebilirler ve kültür, eskiden dinin yaptığı şeyi yapabilir. Bence bu çok güzel bir fikir ve ben de buna inanıyorum. Ama gözardı edemeyeceğimiz bir şey var ki hiçbir üniversite öğrencisi böyle bir eğitim almayı istemezler. Onlar cevaplarını kültürden almak istemezler daha havalı şeyler isterler.

Bizden beklenen şeyler bellidir aslında; büyürüz, ailemizden ayrılıp bir iş buluruz, para kazanırız, sonra ölüm vardır.. önce bir üst jenerasyonumuz ölür sonra bizim jenerasyonumuz ölür ve sonra ölüm bizim de kapımızdadır. Tabutun kapağını çekip rahata ereriz. Ama hayır, işler aslında böyle yürümez. Biz hepimiz depresif insanlarız. Acınası haldeyiz hatta burada toparlanabilmemiz bile bir mucize.
Ben seküler biriyim ama dinde sevdiğim bir şey var. Din şunu anlıyor: Hepimiz yolunu kaybetmiş manyaklarız ve yardıma ihtiyacımız var. Ama bunu kültürle nasıl yapacağız? Aslında modern müzelerden birine girerseniz, bir katedral ya da camide duyduğunuz hislere yakın şeyler hissedeceksiniz. Ama bir resmin ya da heykelin önünde diz çöküp ağlamaya başlasanız ve neden??!!! diye bağırsanız güvenlik gelip anında sizi dışarı atar.

Kültür önemini biliyorum. Ben yaşamaya başladım çünkü okumaya başladım, müzik dinlemeye başladım.

The School Of Life’da Felsefe dersleri almayacaksınız. Derslerimiz çok daha ilginç, örneğin; 10 sene sonra tolere edebileceğiniz biriyle nasıl evlenebilirsiniz? Gibi..

Derslerimizin içeriğini hazırlarken önce akademisyenlerden yardım istedik. Ve bize çok iyi, çok başarılı ve son derece sıkıcı bir içerik hazırladılar. Metinleri oldukça zeki ama işe yaramazdı. Bizim The School Of Life’ta sık sık kullandığımız son derece vahşi bir sorumuz var: “Bana bunu neden anlatıyorsun?”, “Bu öğrendiğim bilgiyle ne yapacağım?”

İnsan hayatının temelinde trajedi vardır. Biz TSOL’da trajediye inanırız.

Çoğunlukla bir cevabımız yoktur ama anlayışımız vardır.

TSOL’da pek çok konuda ders var, ama 2 temel konuyla başladık; Sevgi ve İş. Nasıl seveceğimizi bilmiyoruz, işimizin anlamını bilmiyoruz. Sevgi ve iş mutluluk için gerekli değildir. Aristo’ya göre eğer para için çalışıyorsanız köle sayılırdınız. İşinizi içinizdeki yaratıcılığı ortaya çıkarmak için yapıyor olmalıydınız. Aşık olduğunuz biriyle evlenmekse, çok saçma bir fikirdi. Kimse mutlu olmak için evlenmiyordu. Evlenip mutlu olmayı bekleyen de yoktu. Fransızcada “mantıklı sebeplerden dolayı evlenmek” diye bir deyim vardır. Bu o zaman için elbette korkunçtu çünkü mantıklı nedenlerle evlenmek, ailelerin ve başka maddi konuların önemli olması demekti. Günümüzde ise en önem verdiğimiz şey; hislerimiz. Biriyle birkaç hafta geçirince ona aşık olduğumuzu söylüyoruz ve onunla evlenmek istiyoruz. Çünkü hislerimiz var. Ne kadar çok hissediyorsak o kadar iyi diye düşünüyoruz. Hissetmek çok önemli ve çok romantik bir şey. Her şeyi hislerimize göre yapmak istiyoruz... Maalesef biz biraz duygusallık-karşıtıyız. Bu hisler nereden geliyor sanıyorsunuz? Bakın çoğunluğumuz kötü bir çocukluk geçirdik ve bu tarz şeyleri size bütün sosyologlar söyleyebilir. Birine aşık oluyorsunuz çünkü bu kişi ve yaptığı şeyler size tanıdık geliyor. Ya da birinden hiç hoşlanmıyorsunuz çünkü onun yaptığı şeyler size hiç tanıdık gelmiyor.

İnsanlar ilk buluşmada oturup şöyle şeyler konuşmalılar: Ben şu 7 konuda saplantılıyım, insanlarla yakınlık kurmaktan korkuyorum. Ya sen? Ben tam bir işkoliğim ve çevremdeki kimseye yeteri kadar
zaman ayıramıyorum.

Çoğunluğumuz 16-18 yaşımızdaki halimizin seçtiği işleri yapıyoruz.

Dünyadaki en büyük israf ne petrol israfı ne su israfı, yaptığımız en büyük israf zihnimizin israfı.

Eskiden olsa babamızın işini devam ettirirdik, şimdi kendimizi bulmak ve bir birey olmak zorundayız. Bu harika, aynı zamanda da çok yorucu bir şey. Eğer işler kötü giderse kendimizden başka kimseyi suçlayamayız.

Kapitalizm bize şunu öğretti; mutlu bir hayat için paraya ihtiyacınız vardır. Ben İsveç’te, dünyanın en zengin ülkelerinden birinde büyüm. Etrafıma baktığımda görüyordum ki çoğu kişi mutlu değildi, hatta pek çok kişi çok mutsuzdu ve intihar oranları çok yüksekti. Hiç İsveç haberlerini izlediniz mi? Çok sıkıcıdırlar. İneklerden ya da yağmurdan bahsederler. Tabii hepimiz için böyle sıkıcı haberler diliyorum.

Öğrenmeyi daha eğlenceli hale getirmek için çok uğraşıyorum. Bunu yanlış bulan pek çok insan oldu.  Buna nasıl cüret ettiğimi söylediler. Akademisyenlerin halktan bu kadar uzak olması ve bilgiyi soyut ve erişilemeyecek bir şey gibi göstermelerini yanlış buluyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=JpenjeR6BXE

Yalnızım ama görüşecek kimsem olmadığı için değil; kimseyle görüşmek istemediğim için.

Saturday, August 23, 2014

Why, sometimes I've believed as many as six impossible things before breakfast


1- dışarıda korkunç çığlıklar atan bir yaratık var. (martılar ve kargalar)
2- dışarıda dev bir canavar var (gök gürültüsü)
3- üsküdardaki ahşap evimizde uyanıyorum ve 5 yaşındayım sanırısı
4- mutlaka ve acilen hatırlamam gereken bir şeyi unuttum hissiyatı (rüya)
5- dışarı çıktığımda dünyanın terk edilmiş olduğunu ve yaşayan tek canlının ben olduğumu göreceğim (metrobüste ağladı)
6- bugün çok neşeli geçecek (iç çekiş sesi..)

Tuesday, July 08, 2014

çocuklar için bir fikir..

Bugün önce bir video izledim. İranlı bir arkadaşım paylaşmış. Videonun başında Afghan Orphans yazıyordu fakat aratınca youtube'da denk gelemedim. Aslında üzücü ama şaşırtıcı bir hikaye değil. Okul çağında, okul da derken ilkokul çağında bir çocuk, babası öldüğü için pazarda su satıyor. (Afganistan'da kadınlar çalışamadığı için evin geçimini erkek çocuk sağlamak zorunda) Baban hayatta olsa şimdi ne yapıyor olurdun diye bir soru sordu muhabir. (soruyu soran muhabire de bi tane geçireceksin o ayrı, ne üzüyosun lan çocuğu durduk yere) Cevap veremedi çocuk, ağlamaya başladı..
Ardından bir kaç habere denk geldim, Suriyeli mültecilerin pinpon topu gibi  Asya ile Avrupa yakası arasında gönderilip durduğunun haberiydi ilki.
İkinci haber, Taksim'de kurulan iftar çadırına Suriyeli mülteciler girmesin diye polis bariyeri kurulması ama küçük çocukların bariyerin arasından geçerek yemek çalmasının haberiydi.
Ben kendimi bu çocuklara yardım etmek zorunda hissediyorum. Birşeyler yapmak zorunda hissediyorum.
Güvendiğim tek bir yardım kuruluşu ya da kişi yok. Hiç birine zerre güvenmiyorum. Kendi başıma da ne yapabilirim bilmiyorum. Aklıma ilk gelen şey doğrudan para yardımı yapmak. Belki bir iki tanesine ulaşıp, irtibat halinde kalıp onlara düzenli para verebilirim. (program tatile girdi, kendim çalışmıyorken bu da nasıl olacak ayrı bir sorun, bir işe ve doğru düzgün bir maaşa ihtiyacım var) Sonra olay sadece gidip ellerine para sıkıştırmaktan çok daha fazlası. Bu çocukların eğitime ihtiyaçları var. Hangi dilde nerede nasıl eğitim alabilirler? Sağlık hizmetlerine, barınacak güvenli ve eksiksiz bir eve ihtiyaçları var. Çocukların geleceklerinin çalınması fikri beni çok öfkelendiriyor. Bu konuda ne yapabilirim? Bir fikre ihtiyacım var. Bir plana ihtiyacım var. Organize olmaya ihtiyacım var. Çocuklar için bir fikir geliştirmeliyim.

Sunday, May 25, 2014

GODZİLLA/GOJİRA

Godzilla'yı severim. Bayaa severim yani. Filme de büyük bir coşkuyla gittim. Godzilla'nın kuyruğunun kıtırıyız rroooaarrrr diye höykürdüm yol boyunca. Fakat çok nazlandın be Godzi.. 2 saatlik filmde toplasan 15 dakka ya gördük ya göremedik seni. Tozun dumanın içinde bi göründün bi kayboldun. Hazırlık aşamasını (yani insanlı aşamayı) çok uzun tutmuşlar. Deli gönül seni Mutolara karşı daha fazla dövüşürken görmek isterdi. Yine de Japon filme çok güzel gönül almalı sahneler koymuşlar. Vay arkadaşın bel kemiğine dedirten sahneler koymuşlar. Ben sevdim valla, okyanusta yüzerek kayboluşuna kurban Godzi. İkinci filmde görüşürüz :)

Thursday, February 27, 2014

konfetilerin saçlarına yapıştığı kız



hayatımda olan biten şeyleri şaşkınlıkla izliyorum. küçük vedalar olduğu kadar, sürekli de bir parti havası.
ol dedim mi olmuyor bazen ama oldumu da nasıl güzel oluyor her şey.
konfetilerin saçlarına yapıştığı kız benim bu sefer galiba.